BELGİN ÖZDAĞ SERGİSİ

AT.....

"Rüzgarın Yelesi 

Boğumlu kasları gergin bir yay gibiydi, her an çözülmeye ve sonsuz bir boşluğa doğru koşmaya hazır. Derin, kahverengi gözlerinde, bin yıllık ovaların ve esen rüzgarların bilgeliği parıldıyordu. Yelesi, rüzgarla dans eden karanlık bir ipekti, her nefeste savruluyor, özgürlüğün ve gücün sembolü gibiydi.

Nalları toprağa her dokunuşunda, ritmik bir davul sesi yankılanırdı, sanki yeryüzünün kalbi atıyordu onun adımlarıyla. Sırtında taşıdığı binlerce yıllık tarihin ağırlığıyla, at, sadece bir hayvan olmanın ötesindeydi. O, sadakatin, cesaretin ve soyluluğun canlı bir heykeliydi.

Gün doğarken, altın rengi ışıklar onun ipeksi tüylerinde parıldardı, adeta mitolojik bir yaratıktan fırlamış gibi. Gün batarken ise, gökyüzünün kızıl tonları onun siluetini bir efsaneye dönüştürürdü.

At, sadece bir ulaşım aracı, bir savaş yoldaşı değildi. O, insanın en yakın dostlarından biriydi. Sessiz bakışlarıyla teselli eder, güçlü duruşuyla ilham verirdi. Bazen bir çocuğun hayallerindeki kahraman, bazen de yorgun bir savaşçının tek sırdaşı olurdu.

Koşarken, zaman ve mekan kaybolurdu. Rüzgar yüzünde eserken, yelesi arkasında dalgalanırken, at ve binicisi tek bir nefes, tek bir kalp atışı gibi senkronize olurdu. O anlarda, sadece özgürlük ve hareketin saf neşesi vardı.

Ama at aynı zamanda kırılganlığın da sembolüydü. Bir narin çiçeğin inceliğiyle taşırdı ruhunu. Bir anlık ürkeklik, bir beklenmedik ses, onun vahşi doğasının derinliklerine kaçmasına yetebilirdi.

Ve zaman geçer, nesiller değişir ama atın efsanesi yaşamaya devam eder. Ovalarda yankılanan nalların sesi, kalplerde hissedilen sıcaklığı ve rüzgarla dans eden yelesinin görüntüsü asla unutulmaz. At, her zaman özgürlüğün, gücün ve soyluluğun zamansız bir sembolü olarak kalacaktır.

 

 

DANS.... 

"Ruhun Ritmi 

Müziğin ilk notasıyla birlikte, beden adeta bir çiçeğin yavaşça açılması gibi harekete geçti. Parmak uçlarından başlayan hafif bir titreme, yavaşça tüm vücuda yayıldı. Sanki ruh, uzun zamandır beklediği bir davete icabet ediyordu.

Dans, kelimelerin kifayetsiz kaldığı anlarda fısıldanan bir dildi. Bir kıvrılış, bir dönüş, bir sıçrayış… Her hareket, iç dünyanın derinliklerinden gelen bir duygunun ifadesiydi. Bazen coşkun bir kahkaha, bazen hüzünlü bir ağıt, bazen de umut dolu bir yakarış. 

Dansçı, müziğin rehberliğinde, zamanın ve mekanın ötesine yolculuk yapardı. Ayakları yere değse de, ruhu adeta havada süzülürdü. Her adımda, beden ve müzik arasında görünmez bir bağ kurulur, ahenkli bir bütünlük ortaya çıkardı.

Kollar, kanatlar gibi açılır, hayallere doğru bir uçuşun metaforu olurdu. Bacaklar, ritmin enerjisiyle titreşir, toprağın ve gökyüzünün arasında bir köprü kurardı. Yüzdeki ifade, o anki duygunun en saf haliydi; bazen bir tebessümün sıcaklığı, bazen de derin bir yoğunlaşmanın ciddiyeti.

Dans, sadece bir performans değildi. Aynı zamanda bir arınma, bir kendini keşfetme yolculuğuydu. Her harekette, bedenin sınırları zorlanır, ruhun derinliklerine inilirdi. Aynanın karşısında saatler süren çalışmalar, ter damlalarıyla sulanan bir sabır çiçeği gibiydi.

Bazen kalabalık bir sahnede, ışıkların altında bir gösteriydi dans. Bazen de yalnız bir odanın sessizliğinde, içsel bir diyalog. Ama her zaman, ruhun müziğe verdiği en samimi cevap, bedenin en zarif şiiriydi.

Ve müzik sustuğunda, dansçı bir an için hareketsiz kalırdı. Ama içinde yankılanan ritim, kalbinin atışıyla birlikte yaşamaya devam ederdi. Dans, sadece bir anlık bir gösteri değil, ruhun sonsuz bir şarkısıydı. Her bedende farklı bir melodiyle yankılanan, evrensel bir ifade biçimiydi.

 

ArtAnkara 2025

19-23 Şubat 2025

PINAR KANBER SERGİSİ

9 Ocak / 5 Şubat 2025  - Pınar Kanber 

Kervansarayların İzinde

Sanat benim için sadece mutlu etme aracı değildir aynı zamanda gerçeklerle yüzleşme, düşündürme, sorgulama aracıdır. Her zaman söylemek istediğim söz ve anlatımcı olgu, üretim süresince itici bir güç olur.

Resimlerimin kaynağı hep yaşam ve yaşamın sürekliliği içindeki zaman kavramları olmuştur. Geçmiş bilinçaltına birikmiş izlenimler ile şimdikinin birleşimi olan bir dünyayı yansıtmak isterim.2005 yılında İpek Yollarındaki Selçuklu Kervansarayları üzerinden tarihsel ve kültürel bir araştırma içerisine girdim. Kilometrelerce gidilen yollar, görülen ve araştırılan 120 Kervansaray sonucunda oluşan duygu yoğunluğu ile çalışmalarıma başladım.

Anadolu coğrafi konumu nedeni ile her zaman bir geçit ve köprü görevi görmüştür. Doğunun ipeği, baharatının ve diğer ürünlerinin kervanlarla Batıya taşınması, Çin’den Avrupa’ya uzanan ve bugün İpek Yolu olarak adlandırılan ticaret yollarını oluşturulmuştur. Bu yollar üzerinde ticareti geliştirmek ve yolların güvenliğini sağlamak amacı ile 30 – 40 km. aralıklarla kervansaraylar kurulduğunu görüyoruz. İçerisinde barınma, yemek, aşevi, mescit, nalbant, ticari eşyalar için depolar, araba tamirhaneleri, hastane, kütüphane, hamam, ayakkabı tamircisi, eczane, hayvanlar için yem ve veteriner ve hatta defin hizmetlerinin bile verilmiştir.

Çalışmalarımın ilk durağı 1150 yılında Selçuklu Sultanı I.Mesut tarafından yapılan Alayhan, Anadolu’da yapılan ilk kervansaray ve Selçuklu mimarisinin en önemli simgesi olan çift gövdeli tek başlı aslan figürünün taşıyan ilk kervansaraydır. Fakat tarihi miras olarak adlandırdığımız bu Kervansaray ve diğer gördüğüm Kervansarayların yok olmaya mahkum olması, taşlarının kullanılmak için yıkılmaları, ortalarından yolların geçmesi ve bir çoğunun tamamen tahrip edilmesi ve yerlerinin bile bilinmemesi beni çok etkiledi. Yüreğimdeki bütün devinimler, gizler, duygular ve dışavurumlar ile onları resmetmeye başladım. Resmi araç olarak kullanarak geçmişi vurgulamak ve Kervansarayların varlığına farkındalık yaratmak istedim.

Yeni sergim “Kervansarayların İzinde” de güncel olandan hareketle geriye doğru bakarak, Selçuklu Kervansaraylarının verilerini birleştirici öğelerini, tarihsel ve toplumsal dönüşüm içerisinde ele aldım.

Her biri yeniden keşfedilmeyi bekleyen bu mimari formlar ve biçimleri, üst üste uyguladığım tekniklerle biçimsel yaratmayı sürdürmek ve nesneleri başkalaştırarak dönüştürerek farklı formlar yarattım. Yani her türlü etki ve oluşlar, dökme, akıtma, püskürtme, yer yer silme, kazımalar vb. etkilerden faydalandım.

Gerçekçi mimari anlayışı modern sanat düzenlemesi içinde anlatımı seçtim. Bugün ve geçmiş arasında bir anlamda görsel bir köprü kurmak amacı ile nesne ve zaman bulgusunu kullandım. Soğuk sıcak renkler, açık koyu lekeler geçmiş ve şimdiki zaman arasındaki farklılıklara göndermeler yaparken, çizgiler geçmişteki mimari formları şimdiki yaşama sıkı sıkı sarılmasına sebep olan bağların da simgesi olmaktadır. Kaderine terk edilmiş unutulmuş yok olmaya yüz tutmuş eskimiş solmuş Kervansaraylar bu sefer renklerle dile gelir. Turuncular fısıltı olur kırmızılar çığlık…

Yeniden ve yeniden üretmek onların seslerini renkler aracılığı ile duyurmak için

Pınar Kanber

SEYEDRASOOL SHOBEIRY

SEYEDRASOOL SHOBEIRY

Doğum 1962, - Eğitim : Yüksek Lisans, Sanat Araştırmaları, Tahran Üniversitesi, Tahran, İran Fizyoterapi Lisansı - Sanatsal faaliyetler: Heykel, Resim, Grafik

Sanatsal faaliyetime 1981 yılında Tahran'da Güzel Sanatlar Fakültesi'nde resim alanında başlad1m, Ancak 1984'te savaş nedeni ile, üçüncü yılımda bu alandan vazgeçtim. 30 sene boyunca profesyonel aktivitelerime Duvar Resimleri, Portreler, Posterler, Logolar, Kataloglar vb. alanlarda Özel ve kamu sektörde devam ettim. İran'da 2003 yılından beri düzenlenen 15 dönem Uluslararası Harezmi Festivali'nde Grafik alanında gösterdiğim sürekli faaliyetler bu etkinliklere örnektir.

2011 yılında heykel yapma alanında çalışmaya başlad1m. Tahran'da çeşitli kişisel ve karma sergilere katıldım. İran ve Kuveyt TV kanallarında bu sergilere ilişkin raporlar ve televizyon programlarım yayınlandı. 2016 yılında sanat araştırmaları alanında yüksek lisans yapmaya başladım ve şu an tezimi tamamlamak üzereyim.

Başarıyla Sepete eklendi !
Başarıyla Sepete eklendi !